7 Nisan 2013 Pazar

Karışık

O kadar yorgun ve yoğunum ki ne yazacak vaktim ne de halim var uzun zamandır.
Bahar geldi.. Lodostan dolayı migrenim çostu. Yorgunluk da cabası.
Can ise tam bir Can :)
Kanguru ve yavrusu durumlarımız aynen devam ve hatta daha da abartılmış durumda.
Babasını görünce yüzünde hemen bir gülücük beliriyor ve yavru kedilerin kuyruk sallaması gibi sabırsızlıkla sallanmaya başlıyor :)  Beraber boğuşmaya kahkahalar atmaya başlıyorlar. Can aynı benim gibi maymun iştahlı. Herşeyden çok çabuk sıkılıyor ve ona ayak uydurmak çoğu zaman çok zor oluyor. Her daim hazır ve nazır bulunmak gerekiyor. Bugün babası Can'ın huylarının benimkilere çok benzediğinden şikayet etti. Çabuk sıkılması, bir anda sinirlenmesi, hırslanması vs.. Nerede kötü huyum var almış sanırım. Eeee normal tabi, armut dibine düşer demişler.
Bu aralar bellediğim ve çok sık kullandığım bir kaç atasözümüz var:
- Armut dibine düşer
- Ne ekersen onu biçersin
- Tok açın halinden anlamaz
İkinci atasözünü eşime, üçüncü atasözünü ise halimden anlamak istemeyen, kaprisli insanlara söylüyorum. Bazen kendi kendime bazen de yüzlerine söylüyorum. İnanın çok rahatlatıyor.

Kafam o kadar dağık ki aklımdan geçenleri sıraya koyamıyorum ve klavye de bana ayak uyduramıyor.
Dediğim gibi çok yorgunum çooook.
Daha dingin bir günde yazsam sanırım çok daha iyi olacak - tabiki böyle bir günüm olursa :)

12 Mart 2013 Salı

Yeni Yeni Huylar

Can'a bir haller oldu :)
Bronşit olduktan sonra benden çok uzaklaşmıştı sanki haklı olarak. Ee tabi sürekli biri sizin burnunuza kulak temizleme çubuğu soksa, hortumla burnunuzu temizlese, ağzınıza ilaç, ıhlamur gibi bilimum seyler sokuştursa, dakika başı alnınızdan, kulağınızdan ateşinizi ölçse sizde sinir yaparsınız :) Hatta giderek içerliyordum babasını görünce gülücükler atarken bei görünce yüzünü çevirmesine.
Ama şu son 2-3 gündür beni görünce yüzünde güller acıyor. Sürekli kucağımda olmak, sarılmak, yüzüme uzun uzun bakmak istiyor. Anneannesi veya baskalarının kucaginda durmak istemiyor. Ortamda ben yoksam mızmızlanıyor. Ayrıca memeye düşkün oldu. Öğleden sonra meyve yemek istemiyor, memeye gelmek istiyor, ağlıyor. Dün tahlil yaptırmak için anneme erken gelmesini rica ettim. Sabah erkenden geldi. Gitmeden önce anneme zorluk olmasın diye Can'ı uyuttum. Sadece 2-3 saatligine olmayacaktım ve sorun yaşayacaklarını hiç düşünmedim. Sonuçta ilk defa yalnız kalmıyorlardı. Eve geldigimde annemin suratı asıktı ve başladı söylenmeye. Öğle yemeğinden sonra Can'ın uykusu gelmiş. Annem eski uyguladığımız sistem olarak kucağında dolaştırıp şarkılar söylemiş ama nafile. Bizimkinin damarı tutmuş ve başlamış ağlamaya. Neredeyse bir saat annemin elini ayağını dolandırmış. Sonunda annem duruma uyanmış ve hemen az miktarda mama hazırlamış. Zaten bizimkisi biberonu görünce uykuya dalmış :)
Bugünse sabah 7 de uyandık. Yemek ve kısa bir oyun molasından sonra tekrar uyuduk koyun koyuna. Yaklaşık 1 saat uyuduktan sonra yine oyun oynadık. Sonrasında kahvaltı , oyun, kısa bir öğle uykusu molası ve öğle yemeği, oyun, oyun oyun ... Saat üçte annem geldiginde bende pil bitmişti :) Ne doğru düzgün kahvaltı edebildim, ne islerimi yapabildim. Tek yapabildiğim öğle yemeğini hazırlamak, mutfağı toparlamak oldu. Annem gelince de pek bir şey değişmedi. Eskiden kahkahalarla oyun oynardı anneannesiyle ama özellikle bugün gözleri hep beni aradı. Ben yakınındayken sorun yok ama yanlışlıkla tuvalete falan gitsem hemen mızıldanmaya başladı.
Tabi bu durum cok hoşuma gidiyor ve biliyorum ki biraz ayaklanınca gözü beni görmeyecek. O yüzden tadını da çıkarmaya çalışıyorum ama inanın insan üstü bir efor sarfediyorum hızına yetişebilmek icin :)
Anlayacağınız aksam yedi buçuk olunca, Can uyuduktan sonra kendimi koltuğa yada yatağa atıyorum ve en az 1 saat kendime gelmeye çalışıyorum :)
Ne olursa olsun Can bambaşka bir dünya, her gunümüz bambaşka. Cok keyif alıyorum.
İyi ki varsın Can'ım :)
Allah isteyen herkese bu mutluluğu yaşatır inşallah çünkü bu duygu herşeye değer :)




9 Mart 2013 Cumartesi

Uykularımız

Çarşamba günü aşı oldu Can. 3 gündür acayip huysuz. Ara ara ateşi çıkıyor. Dün gece fitil vermedim, şurupta vermedim. Mışıl mışıl uuyudu. Aslında uyumadı, sızdı :)
Can büyüdükçe gündüz uykuları giderek azalıyor. Günde 2 defa uyuyor ve en fazla yarım saat. Toplamda 1 saat belki. Bir sitede okumuştum bir anne aynı konudan dert yanıyordu. Hem de daha kötüsü, gece uykusu için. Her uykuya dalışı 23 dakika. 24. dakikada bebeği uyanıyordu. Tekrar eee, pişş pişş ve bir 23 dakika daha.. bunu okuduğumda çok korkmuştum Ya Can da aynısını yaşarsa ve bize, bana yaşatırsa diye. Sevgili annemiz daha sonrasında araştırıyor ve diyor ki meğerse bebeklerin derin uykuya dalma süreleri 23 dakikaymış. Ve bir dönem derin uykuya dalmada sorun yaşarlarmış. Sanırım bu sorun Can'da başgösteriyor şuaralar. Tabi gündüz uyku uyumayınca gece yani 19:00-19:30 civarında sızıyor. Hele geçen gün beni öylesine yordu ki akşam 21:30 civarında uykuya daldı. Bende biraz ortalığı toparlayıp tekrar kalkıp Can'ı beslemek üzere yattım. Yatış o yatış. Sabah 7 de Can'ın sesine uyandım. İkimizde öylesine yorulmuşuz ki ne Can açlığına kulak asmış ne de ben kurduğum saate :) İlk defa gece beslenmesi olmadan sabaha kadar uyudu.
Geçen gün aylık kontrolü vardı. Muayene sonrası sahilde yürüyüş  yapalım istedik. Gittiğimiz bir cafede 6,5 aylık dünyalar tatlısı bir kızı olan hanım yanımıza geldi. Allah bağışlasın öyle güzel gülücükler atıyordu ki içinden her yerini öpmek geldi. Neyse o hanımla konuşurken uyku konusu açıldı. Bebeği Aylin gündüzleri 2 şer saatten 2 defa uyuyormuş. Özellikle 15:00-17:00 arası uykusunu hiç şaşırmıyormuş. Hal böyle olunca da gece yatmak bilmiyormuş. Can'da benim en büyük avantajım Can erkenden gece uykusuna yatar. Dediğim gibi en geç sekizde yatmıştır. Ancak ben sabah geç kalması umuduyla bazen sınırlarımızı zorlayıp dokuz, dokuz buçuğa kadar ayakta kalıyoruz. Ancak çabalarım sonuç vermiyor ve en erken 5 ve en geç 7 olmak suretiyle güne başlıyoruz. Tabi Can'ın bu kadar erken yatmasıyla bende yapılacak işlerimi hallediyorum. Mesela yemek yiyorum :) çamaşırları yıkıyorum, mutfağı ve ortalığı toparlıyorum, sevdiğim 3-4 dizim var onları seyrediyorum ve gece beslenmesini yapıp yatıyorum. Yine yatmam 00:00- 01:00  arası oluyor en iyi ihtimalle. Sabaha kadar rahatım yani 5 e kadar :) hadi 7 olsun :) Biliyorum pek çok anne için bu bile bir nimet.
Evet saat 21:12 ve yaklaşık birbuçuk saattir Can uyuyor. Tatlı rüyalar minik bebeğim :)






Mart Geldi, Hoşgeldi

2013 bana pek uğurlu gelmedi.
Dolu dolu 2 ay bitti ve hastalıkların, doktor ziyaretlerinin ardı arkası kesilmedi. Ama hala umutluyum: Elbet bir gün bizde normal insanlar gibi olacağız!
Mart ayı programımda yine tahliller, kontroller ve değişik olarak ameliyat hazırlığı var. Hadi hakkımızda hayırlısı :)
Gebeş arkadaşım Melisa 15. haftasında. Dün akşam onunla konuşurken farkettim ki sürekli tavsiye verme halindeyim. En nefret ettiğim şeydir, hem nasihat etmek hem de almak. Saolsun anneannem bu konuda bir numaradır :)
" Aman evladım ...." ile başlayan cümleleri çok meşhurdur ve genelde gün içerisinde ortalama 50 civarında nasihat verir. Bu onun doğasında var, engellenemez :)
Zaten en çok kimi eleştirirsen ileride ona benzermişsin. Ona benzemek istediğim tarafları var tabiki ancak nasihat konusu bunun oldukça dışında. Melisa ile konuşurken çatlak kreminden tutunda bebek oto koltuğuna varana kadar aklıma gelen herşeyden bahsettim, yetmedi -melisin, -malısın ile biten cümleler kurdum durdum. Sonrasında ağzımdan çıkanları kulağım duyunca sustum. Evet fazlaca konuşuyorum ama gebelik, annelik, bebek vs ile ilgili olmayanlar için durum oldukça karışık. Kendimden biliyorum. Ne zaman yatak alınmalı, hangi şampuan kullanmalı, ne gerekli veya gereksiz.. tüm bunları öğrenmek için baktığınızda çok zaman var gibi görünüyor ancak iş göründüğü gibi değil. Hele ki bir de çalışıyorsanız, çok daha zor. İlk 3 ay "daha çok erken" diyerek erteliyorsunuz. 3. aydan sonra ufak ufak neler yapılmalı öğrenmeye çalışıyorsunuz çünkü son dönemlerde hiçbirşey yapacak halinizin kalmayacağını düşünüyorsunuz ki çoğu hamile için bu çok doğru. Hele ki sıcaklara denk geliyorsa, Allah yardımcıları olsun derim. Benim 2 hamileliğim de aynı döneme geldi. Can erken doğdu. Normal doğumu eylül sonu olmalıydı. Aynı şekilde Derin doğsaydı Ekim sonu kasım başı doğacaktı. Sonuçta her ikisi de kavurcu sıcaklara denk geldi.
Hep düşünmüşümdür en kısa, en yararlı bilgilerin olduğu neden tek bir sayfa yok ki. Belki günün birinde ben yaparım bu sayfayı.
Evet Mart geldi ve umarım hoşgelir. Hastalıksız, sorunsuz bir ay olur (artık yıllık beklentilere girmiyorum) :)

17 Şubat 2013 Pazar

17 Şubat

Dünden beri üzerimde bir ağırlık vardı. Kafam kazan gibiydi.. Grip kapımdaydı biliyordum.Dün hiç dinlenemedim. Önceki günün yorgunluğu, uykusuzluğu dünde devam etti. Bu yüzden Can'ın yemek saatine alarmı kurup erkenden yattım.
Saat çaldı çaldı çaldı.. Eşim geldi kalkmıyor musun diye.. Nafile. Ceset gibi uyumuşum. Saat 2 gibi uyandım. Can arada uyanmış eşimde tekrar aç açına uyutmuş yavrucağı. Hemen Can'ı uyandırdım. Altını değiştirdim ve yemeğini verdim.. Neyse ki hemen uykuya daldı. Tekrar yattım bende..
Sabah uyandığımda korktuğum başıma gelmişti.. Burun akıntısı, öksürük, baş ağrısı... Eveeett.. 4 yıl sonra ilk defa grip oldum. Hadi hayırlısı bakalım. Artık dışarıdan mı kaptım yoksa Can efendiden mi bilemem. Ama  bu kadar gereksiz antikorum varken böylesine etkileniyorsam ne biçim bir durum var dışarıda siz düşünün..

Dün Gebeş dostum Melisa'yla konuştum telefonda. Kendisi neredeyse 13 haftalık hamile. İlk hamileliği ve sanırım ben ondan daha çok heyecanlıyım. Ben daha hamileyken ona senin kızın olacak demiştim. O zamanlar da çok kızmıştı şimdilerde de çok kızıyor. Erkek istiyorlar ki Allah gönüllerine göre versin inşallah. Umarım kız olunca bana kızmazlar :)

Anlayamadım bir nokta var. Şimdi Can hasta, ben hastayım. Evimizde mikrop cirit atıyor. Kayınvalidem önceki gün eşimin 2,5 yaşındaki yeğenini de akıp bize geldi ki ben eşime kimsenin gelmemesini, bulaşıcı olduğunu söylemiş olmama rağmen. Onlara da söyledim keşke gelmeseydiniz bulaşıcı bir durum diye. Ama anlamak ve hak vermek yerine alınganlık yapmayı tercih etti. Ses çıkarmadım. Dahası yetmezmiş gibi eşimin amcası ve yeni ameliyat olmuş eşinin bugün bizi ziyaret etmek istediklerini söyledi kayınvalidem. Eşime olmaz ben de hastayım misafir ağırlayacak halim yok dedim ki yine kötü ben oldum. Kaınvalidem ısrarla birşey olmaz diyor. Sonra düşündüm BANA NE !!  Mikrobu alıp evine götürüyor. Evde 78 yaşında şeker hastası kayınpederim var. Zaten bu aralar tansiyon sorunu vs almış başını gitmiş. Dahası eşimin yeğenleri (biri 2,5 yaşında diğeri 4) neredeyse tüm zamanlarını babaannelerinde geçiriyorlar. Bu mikrobu eğer evine taşırsa ki taşıdı hepsi zincirleme hasta olacaklar. Eşim saolsun ben hariç kimseye HAYIR diyemediği için arada kaldı ve en sonunda kayınvalidem Can'ı misafirlere göstermek, sevdirmek için alıp evine aşağı kata götürdü. Ne kadar evhamlısın diyerek de bana söylendi. Can'ın zaten keyfi yok, orada mızmızlanmaması içten değil. Eveet gerçekten BANA NE!! Ne halleri varsa görsünler. Hastalandıklarında (ki umarım hastalanmazlar) hepsi birden yatak döşek olacaklar. Ben ne diye bu kadar düşünüyorum ki sanki?? Bende var bir tuhaflık her zaman olduğu gibi. Hasta eve ziyarete gelmek için ısrar etmek NORMAL, gelmek, öpüş koklaş olmak NORMAL. Ama hastayım ve ev ahalisi de hasta, halim yok demek ANORMAL. Ha bu arada insanlık için bir çorba yapıp bir üst kata getirmemek, sadece oğlunu arayıp nasılsın yavrucuğum demek yine çok NORMAL.
Allahım sen beni duy ve gün geldiğinde bugün şu sözlerimi bana mutlaka hatırlat : BEN KAYNANA OLMAYACAĞIM!! Oğlum kimi isterse, ne yaşamak, nasıl yaşamak isterse saygı göstereceğim. Bana ANNE demek zorunda değil gelinim ki ben onun değil Can'ın annesiyim. Ha kendi demek isterse (ki o devirde hiç sanmıyorum) keyfi bilir. Benden uzak kendilerine ait bir hayatları olsun ve ben dahil kimseyi aralarına sokmasınlar. Çok mutlu olsunlar.
Ben evlendiğimde anneannem bana tek bir şey söyledi : aranızı kim olursa olsun 3. bir kişiyi asla sokmayın, buna müsaade etmeyin dedi. Haklıydı da. Şu ana kadar ki tüm tartışmalarımız hep başkaları yüzünden çıktı.
Evet, bilerek gelin oldum bir üst katlarına ama bu hamileliğime kadar zaten çok yoğun bir şekilde çalışıyordum. Hayatımdaki yerleri sınırlıydı. Haftada bir yada on günde bir görüşüyordum. Fazlasına gerek yoktu ve zaten zamanımda yoktu. Aynı şekilde annemle de çok nadir görüşebiliyordum. Ama ne zaman işten ayrıldım kaynana gerçeğiyle karşı karşıya kaldım. Eşim de bu konuda çok bilinçsizce davrandı. Laf taşıdı, annesini savundu durduk yere vs.. Yani kurulamayan köprüleri her seferinde tekra tekrar yıktı. E bende artık umursamıyorum. Kendisi Can'ın babaannesidir ve her zaman görmeye gelebilir, ben götürebilirim. Hastalığında yada bana ihtiyacı olduğunda hep yanında olurum, saygıda kusur etmem ama o kadar. Çünkü iyi niyetim defalarca yanlış anaşıldı ve en sonunda "samimiyetsiz" olarak sıfatlandırıldım. Madem öyle keyifleri bilir. Eşime de söyledim, arada kalma boşuna. Biri annen diğeri hayat arkadaşın. Seçim yapamazsın, yapmak zorunda kalma. Ne beni annen hakkında konuştur ne de anneni benim hakkımda. Duyma, dinleme ve sakın laf taşıma dedim. Arada kalırsın ve en çok sen üzülürsün yapma dedim. Beni dinler dinlemez keyfi bilir. Ama benim için o sayfalar kapandı. "Yeteri kadar" görüşmek benim için, akıl sağlığımi, huzurum için en iisi. Oysaki yaşlı insanlar ve yanlarında olmayı isterdim. Biz daha flört ederken annesini doktorlara götürürdüm, yardımcı olmaya çalışırdım. Ama o nikah günü bırakın evden gelin çıkarmaya gelmeyi, biricik oğlunun nikahına bile geç kaldı. Biz eşimle gelin odasında kayınvalidemin nikaha gelmesini bekledik 15 dakika... Daha neler neler.. O yüzden ben bıraktım artık peşini. BANA NE!!!
Çok sinirlendim yine :))






15 Şubat

Dün Can'ımızı doktora götürdük. Herkes dişten dolayı böyledir dedi. Böyledirden kastım burun tıkanıklığı, öksürük, göğüste hırıltı, nefes almada güçlük. Bunun için şurup veriyordum ancak mantıksız geldi. Madem dişten dolayı böyle, o zaman şurup vermemin anlamı yok diye düşündüm ama içimden bir sesin aslında durumun daha ciddi olduğunu söylüyordu. Ve dün doktorumuza gittik. Kısa bir muayneden sonra göğsünün dolduğunu söyledi. Tamamen viral bir durummuş. Tahliller yapıldı ve evet viral. Akşama kadar doktor, tahlil, eczaneler dolanıp durduk.
Eve gelince hemen ev yapımı şurup kaynatıldı, ilaçlar hazırlandı, bebeğimizin yemeği hazırlandı vs..
Koltuğa oturduğumda saat onbire geliyordu. Gece üçe kadar başında bekledim ilaç etkilerini görmek için ve evet ev yapımı şurup ve ilaç işe yaradı. 5 gündür ilk defa aralıksız, hırıltısız mışıl mışıl uyuydu bebeğim..
Gelelim bugüne..
Saat dokuz buçukta güne başladım. Can'ın keyfi gayet yerindeydi ve epey oyun oynadık. Can'ımla oyun oynamayı çok özlemişim :) Doktoru hastalığı iyileşene kadar ek gıdayı kaldırdı. Tam geçiş aşamasında olduğu ve bilinçaltı ek  gıdayı hastalıkla eşleştirebileceği için iyileşene kadar anne sütü ve formül süte devam edeceğiz. Bizim Can'ın da itirazı yok hani :)
Tam biz öğle yemeğimizi yerken eşim çalan kapıya kalktı. Ama ne kalkmak.. Kulağındaki kristaller yine harekete geçmiş ve sağa sola yalpalayarak yürümeye çalışıyordu. Daha önce de yaşadığı için tabi o antremanlıydı duruma. Bense odanın kapısından karşıdan geçmeye çalışan eşime hayretle bakıyordum.Konuyla ilgili pek birşey bilmiyordum, sadece bildiğim baş dönmesi, denge kaybı, mide bulantısı olduğu. Ama bakımı hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Can'ı uyuttuktan sonra yanına gidip durumuna baktım ki hiç iyi görünmüyordu.. Sonrasında eşimin erkek kardeşi gelip onu hastaneye götürdü. Kontroller, serum vs derken saatler sonra leyla bir şekilde eve gelip hemen yattı..
Akşamüstü nöroloğum aradı ve test sonucum karşısında şaşkına döndüğünü ve hemen acilen ameliyat olmam gerektiğini söyledi.. Hadi buradan yakın! Yaptırdığım antijen testinin maksimum değeri 0.3 gibi birşeydi. Doktor bu değer  1 çıktığında biz hastalarımıza mutlaka ameliyat diyoruz dedi. Bendeki sonuç ise 1 değil 2 değil 10 değil.. Tam 150. Evet kocaman bir 150 :)
Romatoloğum Murat Bey ben sende çıkan hiçbir değere şaşırmam diyerek durumu yumuşatmaya, paniğime engel olmaya çalıştı :) Ameliyattan kasıt şu: Vücutta Timus adı verilen bir bez var. Bebeklerde bu bez mikroplara karşı antikor üretmekle görevli. Ancak yaş büyüdükçe bu bez ufalıyor ve çok gerekmedikçe antikor üretmiyor. Ama bendeki durum bambaşka. Çekilen MR da herhangi bir büyüme veya kist çıkmamış olmasına rağmen sevgili Timus bezim çoşmuşcasına çalışıyor ve gereksiz yere antikor üretiyor. Bu fazladan üretilen antikorlar da vücutta mikrop bulamayınca deli danalar gibi ordan oraya gidiyor ve en sonunda sinir- kas hücrelerime saldırıyor :) Murat Bey'in dediğine göre Lupus'tan kaynaklı (yine fazla antikor salgılama durumu) zaten vücudumda fazla antikor var ve sanırım bu test sonucunu etkiledi. Tüm fazlalığı Timus bezine mal etti. Bakalım ay başında Çapa yolları taştan bana :)
Ayrıca bugün kuzenim Ilgın da safrakesesi ameliyatı oldu. Sabah bir de onun telaşındaydım. Yanında olmayı en azından ziyaretine gidebilmeyi çok isterdim ama ne mümkün. Tahminimce haftaya kalacak ziyaretimiz.. Ama çok şükür ki ameliyatı gayet iyi geçmiş ve herşey yolundaymış..

15 Şubat bana fazla geldi ne yalan söyleyeyim. Hani ayın 13 ü olsa ve de cuma olsa ancak bu kadar etkili geçerdi :)
Hakkımızda hayırlısı bakalım :)












12 Şubat 2013 Salı

11 Şubat

Can 2 gündür hasta. Ortalıkta grip salgını var ve neyse ki Can sadece nezle. Ateşi yok, hiç çıkmadı. Burnu akıyor ve öksürük yapıyor. İlk defa bu gece nefes alamadığı için uyanıyor. Yatalı 2 saat oldu ancak en az 5 defa ağlayarak daha doğrusu inleyerek uyandı. Çok kuvvetli bir bünyesi var Can'ın. Sünnet olduğu gün sıkıntı çekersiniz denmişti, bizimki hiç oralı bile olmamış, günlük yeme içme ve uyku düzenini bozmamıştı. Ama bu sefer epey sıkıntı çektiği ortada. Tabi annesi olarak içim parçalanıyor. İlk akşam yanında, odasında yattım ve neyse ki geceyi çok rahat geçirdi. Sanırım bu gece de yanında yatacağım. Çok huzursuz uyuyor..


Bugün 11 Şubat'ımın 4. yılı.. Tam 4 yıl önce bu saatlerde Academic Hospital'de kollarımda trombositlerle yatıyordum. Tam 4 yıl önce bugün hayatımda ilk defa acilden bir hastaneye bilinçsizce giriş yaptım. Çok hastaydım ve bir türlü iyileşemiyordum ve aksi gibi yeni sevgilim (şimdiki eşim) sevgililer günü hediyesi olarak Mısır seyahati ayarlamıştı. Herşey tamamdı sağlığım dışında. Kullandığım penisilinli ilaçlar fayda etmediği gibi her geçen gün kötüleşiyordum. Ve 11 Şubat sabahı uyandığımda kollarımda, ellerimde kırmızı lekeler oluştuğunu farkettim. Hemen Kızılay'a gittim ve doktora vardiği ilaçların bende işe yaramadığını bir de üstüne alerji olduğumu söyledim.. Doktor kollarıımı görüncee hemen hemogram istedi.. Gittim kan verdim.Sonucu beklemeden eve geri döndüm. Tam kahvaltı yapıyordum ki Kızılay'dan telefon geldi. Acil olarak oraya gelmemi ancak mümkün olduğunca az hareket etmemi ve hatta mümkün ise birileriyle beraber gelmemi söylediler. Anlayamamıştım, neden diye sorduğumda trombositlerimin çok düşük olduğunu ve hayati riskimin yüksek olduğunu söylediler. Tamam dedim ve telefonu kapattım ama hiçbirşey anlamamıştım. Trombositde neyşn nesiydi, düşük olunca ne olmuş oluyordu.. Hemen internetten düşük trombosit diye arama yaptım ve karşıma lösemi çıktı. Dünyam durmuştu. Yvaşça hazırlandım. Kombiyi kapattım. Kedilerim Cımbız, Şeker ve Kopça'yı sarıp öptüm ve eve veda edip kapıyı çektim...
Kızılay'daki doktor hanım bunun araştırılması gerektiğini, kötü birşey olabileceği gibi hiçbirşey olmayabileceğini söylüyordu ama nafile. Ben kilitlenmiştim. Hemen Marmara Üni. Hastanesi aciline gitmemi söyledi ve bir kağıtla beni gönderdi. Sonucu mutlaka haber vermemi de istedi (hiçbir zaman arayıp haber vermedim). Erkek arkadaşımı aradım. Kendisi o sırada annesinin doğum günü için hediye bakıyordu.. Beni hastaneye götürüp götüremeyeceğini sordum. 5-10 dakika içinde yanımdaydı. Diğer taraftan annem deliler gibi internette ne olmuş olabileceğini araştırıyor, bir yandan da beni sürekli arayıp telkin etmeye çalışıyordu. Oysa ki ben gayet sakindim... Nasılsa bir anda kaderime razı olmuştum..
Hastaneye gittik. Acildeki doktorlar ve öğrenciler defalarca benden kan almaya çalıştılar. Her seferinde kollarımdaki kırmızılıklar arttığı gibi hiçbiri doğru düzgün kan almayı başaramadı.
Aradan saatler geçti. Bir şekilde aldıkları kanın tahlil sonucu gelmişti. Sadece 1.000 trombositim kalmıştı. Normal bir insanda minimum 150.000 olması gerekirken bende sadece 1.000 trombosit vardı. Hiçbirşey yapmama izin verilmiyordu. Ne tuvalete gitmeme ne yemek yememe.. Tüm ailem gelmişti. Hepimiz şaşkındık. En ufak bir kanamada hayati riskim vardı ancak servislerdeki tüm yataklar dolu olduğu için hala beni acildeki kan lekeli sedyede bekletiyorlardı. En sonunda dayım olaya el koydu ve hemen Academic Hospitale sevk edildim. Annem deliler gibi kan bankalarından trombosit arıyordu. Bulduklarını hemen takıyorlardı.. Ertesi gün tekrar Marmaraya gönderildim. KİT bölümüne yatırıldım. KİT (kemik iliği transferi) özel bir bölümdü ve sadece hastanın kendisi alınıyordu. Özel eşyaların hepsi steril edilip içeri sokuluyordu. Tabiki ziyaretçi yasaktı.. 5 gün orada yattım. Ben hariç tüm hastalar ilik nakli olmuşlardı ve iyileşmeyi bekliyorlardı... O 5 gün nasıl geçti bir ben bir de Allah bilir. Hele ilik örneği alındığı gün çektiğim acıları tarif bile edemem.
Sonuç olarak onlarca torba trombositten ve alınan ilik üzerinde yapılan ön incelemeler sonucunda lösemi olmadığıma karar verildi ve taburcu edildim. Hastaneden çıktığımda sanırım 16.000 trombositim vardı. Hastanede 64 mg kortizon tedavisine başlandı. Kortizonun sadece adını biliyordum ancak bana yapacakları hakkında en ufak fikrim bile yoktu..
Eve çıktım. Yaklaşık 1 ay evde dinlendim. 1 ay sonunda yapılan tetkiklerin hepsi sonuçlanmıştı ve teşhisim konmuştu. LUPUS..
İşte hayatımı altını üstüne getiren hastalık bu, LUPUS. Bir bağışıklık sistemi rahatsızlığı olan bu meretin tıpkı diğer bağışıklık sistemi hastalıkları gibi herhangi bir tedavisi yok. Yani sistem bir kere bozuldumu asla eskisi gibi olamıyor. Her lupuslunun yaşadıkları farklı. Hepimizin kullandığı ilaçlar belli. Kimi korkunç ağrılar çekiyor, kimi cildinde çıkan iltihaplarla uğraşıyor kimi de benim gibi kan değerleriyle. Kimi lupusçuk kimi LUPUS!!!! Benimkisi LuPUs olabilir. Çeştli ataklar geçirdim yüksek dozda kortizon almama rağmen. Heran tetikteydim atak geçirebilir diye. Yüzüm gözüm heryerim şişmişti. Ay surat sendromu yaşıyordum. Tanınmayacak hale gelmiştim. En son erkek arkadaşımla yaz tatilinde zehirlendim. Hemde Datça'da. Tek hastane kilometrelerce uzaktaki Datça devlet hastanesiydi. Doktoruma defalarca ulaşmaya çalıştık. Sonuç alamadık. Ertesi gün yüzümde omuzlarımda lekeler belirdi. Evet bir başka atak geçiriyordum ve o çok iyi sandığım doktoruma bir türlü ulaşamıyordum. En sonunda bir akrabamızdan şimdiki doktorum Prof Dr Murat İnanç'ın telefonunu aldım. Hemen oradayken randevu aldım. O tarihten 3 hafta sonrasına ancak randevu alabilmiştim ama önemli değildi.. Sayesinde hayatım değişti. En azından olaylara, hayata pozitif bakabilmeyi öğrendim. Eski, yoğun tempolu iş hayatıma tekrar geri döndüm. Herşey yolunda gibi görünüyordu.. Taki hamile olduğumu öğrenene dek...
Hepimiz iiçin şok oldu. Evet evlenmeyi planlıyorduk ama daha erkendi. Ne yapacağım ortadaydı. Tanrı sesimi duymuştu ve bana bir bebeği bahşetmişti.. Hastanedeyken herkes neden bu kadar çabuk teslim oldun diye soruyordu. Hepsine "beni hayata bağlayan hiçbirşey yok, yaşamam için nedenim yok"diyordum ki gerçekten bu şeklide hissediyordum. O kadar hırs, para, kariyer.. O hastanede odasında hiçbir işinize yaramıyor. Şu anda çok ama çok zengin olsamda tüm dünya beni tanıyor olsa bile hastalıımın çaresi yok. Thats all!! Dolayısıyla hiçbirşey umurumda değildi. Tek söyleyebildiğim bir bebeğim olsaydı belki herşey bambaşka olabilirdi... Ve o bebek gelmişti işte. O bana Allahımın bir lütfuydu...
Doktorum gerekli tüm tahlilleri yaptırdı ve hepsi düzgün çıktı. Ve biz bu yola girdik. En kısa sürede hemen evlendik. Ama herşey o kadar rayından çıkmışcasına gelişiyordu ki yakalayamıyordum. Hamilelik, evlilik, yeni bir hayat, çok yoğun bir iş hayatı, sıcak havalar, hiç birşeye alışamama ve depresyon, yalnızlık, yüksek tansiyon, endişe.... derken 7. ay kontrolünde kalbinin atmadığını gördüğümde dünya bir kez daha başıma yıkıldı... Evet DERİN'imi kaybetmiştim. 1 Eylül 2010 da normal doğumla ayrıldık birbirimizden..
Sebep olarak lupus gösterilmedi ama hepimiz bundan dolayı olduğunu biliyorduk. Hamileliğimin sonlarına doğru Murat Hocam aşırı düşük trombositlerimden dolayı endişelenmeye başlamıştı ve beni Prof Dr Reyhan Küçükkaya'ya yönlendirdi. Ben kendisine Melek diyorum. İlk tanışmamızda tansiyonumdan çok tedirgin olmuş hemen kadın doğumcumu aramıştı ve kendisine " heyecanlandığında tansiyonu çıkıyor, biraz dinlenince düşüyor" cevabı verilmişt. Oysaki hamileliğim yaz aylarındaydı ve işimin en yoğun olduğu, benim sokaklarda koşturduğum bir dönemdi. Tüm bunları yapmak yerine evimde oturmam gerektiği, aksi halde işin kötü sonuçlanacağı bana söylenmemişti...Reyhan Hanım çok endişelenmişti ve benimle 2 saate yakın konuştu. Ona en erken 3 hafta içinde işten ayrılabileceğimi söylemiştim ve dediğimi yapmıştım. Ancak herşey için çok geç kalmıştım.
Çok zor zamanlardı. Eşim saolsun hep yanımdaydı ve her zorluğu beraber bir şekilde atlattık.
Sonrasında fiziksel ve psikolojik olarak yeni bir bebek için artık hazırdık. Murat Bey ve Reyhan Hanım tüm tetkikleri en titiz şekilde yaptılar. Ve hatta Reyhan Hanım kayıp olayından sonraki görüşmemizde bir sonraki denememiz için 2 isim önerdi. Riskli gebelik doktorlarıydı bunlar. Ne acıdır ki ben ilk hamileliğimde riskli bir gebe olduğumun bilincinde bile değildim..
Ben Prof Dr Rıza Madazlı'yı tercih ettim. 
Hamileliğim boyunca her hafta Rıza Bey'e ve Reyhan Hanım'a gidiyordum. Evimiz Anadolu yakasında ama hiç üşenmiyordum, alıyordum yanıma annemi yada kuzenim Ayşe'yi, her hafta kan vermeye gidiyordum Şişhane Florance Nightingale Bilim Üniversitesine.. Ve Reyhan Hanım istisnasız her hafta benimle ayrıca ilgilendi.  Hamileliğim çok yorucu ve sağlık açısından hep sınırlarda gezinerek seyretti. Hep ince bir ip üzerinde yürüdüm. Hergün önceleri 1, sonraları 2 defa kendşme iğne yapıyordum. Avuç dolusu ilaç alıyordum ve 2012 nin cehennem sıcaklarıyla boğuşuyordum...
Doğum öncesi son kontrollerim sırasında tüm doktorlarımın kalplerinin benimle olduğunu bilmek ve bunu hissetmek bana inanılmaz bir güç vermişti ve doğuma girdim. Doğumum da tabiki öyle sanıldığı gibi kolay geçmedi. Ama sonunda bu 3 mükemmel insanın mükemmel uyumu ve sıkı hem de sımsıkı takipleriyle işte bizim çoooook kıymetli bebeğimiz Can dünyaya geldi.
Reyhan Hanım, doğum yaptığım gün kendi hastanesine gitmeden önce sabah erkenden Can'ı görmeye gelmiş ve "Oh çok şükür" demiş gözleri dolu dolu.. Boşuna Melek demiyorum ona :)
Murat Hocam, hastanede kaldığım sürece oradaki doktorlarla bizzat görüşüp sürekli durum bilgisi alıp, tedavime katkıda bulundu..

Lupus benden hala birşeyler almaya devam ediyor. Yeni yeni yol arkadaşları buluyor, yaratıyor kendine, Miyasteni gravis gibi.. Etkisi çok eski ama adı çok yeni olan bu hastalığım tabiki yine bir bağışıklık sistemi hastalığı ama kimin umurunda. Benim beni çok seven bir ailem, kocam, arkadaşlarım ve doktorlarım var :) Ama en kıymetlisi Can'ım var.
Hayat şimdilerde daha yaşanılası, daha kıymetli.













..