17 Şubat 2013 Pazar

17 Şubat

Dünden beri üzerimde bir ağırlık vardı. Kafam kazan gibiydi.. Grip kapımdaydı biliyordum.Dün hiç dinlenemedim. Önceki günün yorgunluğu, uykusuzluğu dünde devam etti. Bu yüzden Can'ın yemek saatine alarmı kurup erkenden yattım.
Saat çaldı çaldı çaldı.. Eşim geldi kalkmıyor musun diye.. Nafile. Ceset gibi uyumuşum. Saat 2 gibi uyandım. Can arada uyanmış eşimde tekrar aç açına uyutmuş yavrucağı. Hemen Can'ı uyandırdım. Altını değiştirdim ve yemeğini verdim.. Neyse ki hemen uykuya daldı. Tekrar yattım bende..
Sabah uyandığımda korktuğum başıma gelmişti.. Burun akıntısı, öksürük, baş ağrısı... Eveeett.. 4 yıl sonra ilk defa grip oldum. Hadi hayırlısı bakalım. Artık dışarıdan mı kaptım yoksa Can efendiden mi bilemem. Ama  bu kadar gereksiz antikorum varken böylesine etkileniyorsam ne biçim bir durum var dışarıda siz düşünün..

Dün Gebeş dostum Melisa'yla konuştum telefonda. Kendisi neredeyse 13 haftalık hamile. İlk hamileliği ve sanırım ben ondan daha çok heyecanlıyım. Ben daha hamileyken ona senin kızın olacak demiştim. O zamanlar da çok kızmıştı şimdilerde de çok kızıyor. Erkek istiyorlar ki Allah gönüllerine göre versin inşallah. Umarım kız olunca bana kızmazlar :)

Anlayamadım bir nokta var. Şimdi Can hasta, ben hastayım. Evimizde mikrop cirit atıyor. Kayınvalidem önceki gün eşimin 2,5 yaşındaki yeğenini de akıp bize geldi ki ben eşime kimsenin gelmemesini, bulaşıcı olduğunu söylemiş olmama rağmen. Onlara da söyledim keşke gelmeseydiniz bulaşıcı bir durum diye. Ama anlamak ve hak vermek yerine alınganlık yapmayı tercih etti. Ses çıkarmadım. Dahası yetmezmiş gibi eşimin amcası ve yeni ameliyat olmuş eşinin bugün bizi ziyaret etmek istediklerini söyledi kayınvalidem. Eşime olmaz ben de hastayım misafir ağırlayacak halim yok dedim ki yine kötü ben oldum. Kaınvalidem ısrarla birşey olmaz diyor. Sonra düşündüm BANA NE !!  Mikrobu alıp evine götürüyor. Evde 78 yaşında şeker hastası kayınpederim var. Zaten bu aralar tansiyon sorunu vs almış başını gitmiş. Dahası eşimin yeğenleri (biri 2,5 yaşında diğeri 4) neredeyse tüm zamanlarını babaannelerinde geçiriyorlar. Bu mikrobu eğer evine taşırsa ki taşıdı hepsi zincirleme hasta olacaklar. Eşim saolsun ben hariç kimseye HAYIR diyemediği için arada kaldı ve en sonunda kayınvalidem Can'ı misafirlere göstermek, sevdirmek için alıp evine aşağı kata götürdü. Ne kadar evhamlısın diyerek de bana söylendi. Can'ın zaten keyfi yok, orada mızmızlanmaması içten değil. Eveet gerçekten BANA NE!! Ne halleri varsa görsünler. Hastalandıklarında (ki umarım hastalanmazlar) hepsi birden yatak döşek olacaklar. Ben ne diye bu kadar düşünüyorum ki sanki?? Bende var bir tuhaflık her zaman olduğu gibi. Hasta eve ziyarete gelmek için ısrar etmek NORMAL, gelmek, öpüş koklaş olmak NORMAL. Ama hastayım ve ev ahalisi de hasta, halim yok demek ANORMAL. Ha bu arada insanlık için bir çorba yapıp bir üst kata getirmemek, sadece oğlunu arayıp nasılsın yavrucuğum demek yine çok NORMAL.
Allahım sen beni duy ve gün geldiğinde bugün şu sözlerimi bana mutlaka hatırlat : BEN KAYNANA OLMAYACAĞIM!! Oğlum kimi isterse, ne yaşamak, nasıl yaşamak isterse saygı göstereceğim. Bana ANNE demek zorunda değil gelinim ki ben onun değil Can'ın annesiyim. Ha kendi demek isterse (ki o devirde hiç sanmıyorum) keyfi bilir. Benden uzak kendilerine ait bir hayatları olsun ve ben dahil kimseyi aralarına sokmasınlar. Çok mutlu olsunlar.
Ben evlendiğimde anneannem bana tek bir şey söyledi : aranızı kim olursa olsun 3. bir kişiyi asla sokmayın, buna müsaade etmeyin dedi. Haklıydı da. Şu ana kadar ki tüm tartışmalarımız hep başkaları yüzünden çıktı.
Evet, bilerek gelin oldum bir üst katlarına ama bu hamileliğime kadar zaten çok yoğun bir şekilde çalışıyordum. Hayatımdaki yerleri sınırlıydı. Haftada bir yada on günde bir görüşüyordum. Fazlasına gerek yoktu ve zaten zamanımda yoktu. Aynı şekilde annemle de çok nadir görüşebiliyordum. Ama ne zaman işten ayrıldım kaynana gerçeğiyle karşı karşıya kaldım. Eşim de bu konuda çok bilinçsizce davrandı. Laf taşıdı, annesini savundu durduk yere vs.. Yani kurulamayan köprüleri her seferinde tekra tekrar yıktı. E bende artık umursamıyorum. Kendisi Can'ın babaannesidir ve her zaman görmeye gelebilir, ben götürebilirim. Hastalığında yada bana ihtiyacı olduğunda hep yanında olurum, saygıda kusur etmem ama o kadar. Çünkü iyi niyetim defalarca yanlış anaşıldı ve en sonunda "samimiyetsiz" olarak sıfatlandırıldım. Madem öyle keyifleri bilir. Eşime de söyledim, arada kalma boşuna. Biri annen diğeri hayat arkadaşın. Seçim yapamazsın, yapmak zorunda kalma. Ne beni annen hakkında konuştur ne de anneni benim hakkımda. Duyma, dinleme ve sakın laf taşıma dedim. Arada kalırsın ve en çok sen üzülürsün yapma dedim. Beni dinler dinlemez keyfi bilir. Ama benim için o sayfalar kapandı. "Yeteri kadar" görüşmek benim için, akıl sağlığımi, huzurum için en iisi. Oysaki yaşlı insanlar ve yanlarında olmayı isterdim. Biz daha flört ederken annesini doktorlara götürürdüm, yardımcı olmaya çalışırdım. Ama o nikah günü bırakın evden gelin çıkarmaya gelmeyi, biricik oğlunun nikahına bile geç kaldı. Biz eşimle gelin odasında kayınvalidemin nikaha gelmesini bekledik 15 dakika... Daha neler neler.. O yüzden ben bıraktım artık peşini. BANA NE!!!
Çok sinirlendim yine :))






15 Şubat

Dün Can'ımızı doktora götürdük. Herkes dişten dolayı böyledir dedi. Böyledirden kastım burun tıkanıklığı, öksürük, göğüste hırıltı, nefes almada güçlük. Bunun için şurup veriyordum ancak mantıksız geldi. Madem dişten dolayı böyle, o zaman şurup vermemin anlamı yok diye düşündüm ama içimden bir sesin aslında durumun daha ciddi olduğunu söylüyordu. Ve dün doktorumuza gittik. Kısa bir muayneden sonra göğsünün dolduğunu söyledi. Tamamen viral bir durummuş. Tahliller yapıldı ve evet viral. Akşama kadar doktor, tahlil, eczaneler dolanıp durduk.
Eve gelince hemen ev yapımı şurup kaynatıldı, ilaçlar hazırlandı, bebeğimizin yemeği hazırlandı vs..
Koltuğa oturduğumda saat onbire geliyordu. Gece üçe kadar başında bekledim ilaç etkilerini görmek için ve evet ev yapımı şurup ve ilaç işe yaradı. 5 gündür ilk defa aralıksız, hırıltısız mışıl mışıl uyuydu bebeğim..
Gelelim bugüne..
Saat dokuz buçukta güne başladım. Can'ın keyfi gayet yerindeydi ve epey oyun oynadık. Can'ımla oyun oynamayı çok özlemişim :) Doktoru hastalığı iyileşene kadar ek gıdayı kaldırdı. Tam geçiş aşamasında olduğu ve bilinçaltı ek  gıdayı hastalıkla eşleştirebileceği için iyileşene kadar anne sütü ve formül süte devam edeceğiz. Bizim Can'ın da itirazı yok hani :)
Tam biz öğle yemeğimizi yerken eşim çalan kapıya kalktı. Ama ne kalkmak.. Kulağındaki kristaller yine harekete geçmiş ve sağa sola yalpalayarak yürümeye çalışıyordu. Daha önce de yaşadığı için tabi o antremanlıydı duruma. Bense odanın kapısından karşıdan geçmeye çalışan eşime hayretle bakıyordum.Konuyla ilgili pek birşey bilmiyordum, sadece bildiğim baş dönmesi, denge kaybı, mide bulantısı olduğu. Ama bakımı hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Can'ı uyuttuktan sonra yanına gidip durumuna baktım ki hiç iyi görünmüyordu.. Sonrasında eşimin erkek kardeşi gelip onu hastaneye götürdü. Kontroller, serum vs derken saatler sonra leyla bir şekilde eve gelip hemen yattı..
Akşamüstü nöroloğum aradı ve test sonucum karşısında şaşkına döndüğünü ve hemen acilen ameliyat olmam gerektiğini söyledi.. Hadi buradan yakın! Yaptırdığım antijen testinin maksimum değeri 0.3 gibi birşeydi. Doktor bu değer  1 çıktığında biz hastalarımıza mutlaka ameliyat diyoruz dedi. Bendeki sonuç ise 1 değil 2 değil 10 değil.. Tam 150. Evet kocaman bir 150 :)
Romatoloğum Murat Bey ben sende çıkan hiçbir değere şaşırmam diyerek durumu yumuşatmaya, paniğime engel olmaya çalıştı :) Ameliyattan kasıt şu: Vücutta Timus adı verilen bir bez var. Bebeklerde bu bez mikroplara karşı antikor üretmekle görevli. Ancak yaş büyüdükçe bu bez ufalıyor ve çok gerekmedikçe antikor üretmiyor. Ama bendeki durum bambaşka. Çekilen MR da herhangi bir büyüme veya kist çıkmamış olmasına rağmen sevgili Timus bezim çoşmuşcasına çalışıyor ve gereksiz yere antikor üretiyor. Bu fazladan üretilen antikorlar da vücutta mikrop bulamayınca deli danalar gibi ordan oraya gidiyor ve en sonunda sinir- kas hücrelerime saldırıyor :) Murat Bey'in dediğine göre Lupus'tan kaynaklı (yine fazla antikor salgılama durumu) zaten vücudumda fazla antikor var ve sanırım bu test sonucunu etkiledi. Tüm fazlalığı Timus bezine mal etti. Bakalım ay başında Çapa yolları taştan bana :)
Ayrıca bugün kuzenim Ilgın da safrakesesi ameliyatı oldu. Sabah bir de onun telaşındaydım. Yanında olmayı en azından ziyaretine gidebilmeyi çok isterdim ama ne mümkün. Tahminimce haftaya kalacak ziyaretimiz.. Ama çok şükür ki ameliyatı gayet iyi geçmiş ve herşey yolundaymış..

15 Şubat bana fazla geldi ne yalan söyleyeyim. Hani ayın 13 ü olsa ve de cuma olsa ancak bu kadar etkili geçerdi :)
Hakkımızda hayırlısı bakalım :)












12 Şubat 2013 Salı

11 Şubat

Can 2 gündür hasta. Ortalıkta grip salgını var ve neyse ki Can sadece nezle. Ateşi yok, hiç çıkmadı. Burnu akıyor ve öksürük yapıyor. İlk defa bu gece nefes alamadığı için uyanıyor. Yatalı 2 saat oldu ancak en az 5 defa ağlayarak daha doğrusu inleyerek uyandı. Çok kuvvetli bir bünyesi var Can'ın. Sünnet olduğu gün sıkıntı çekersiniz denmişti, bizimki hiç oralı bile olmamış, günlük yeme içme ve uyku düzenini bozmamıştı. Ama bu sefer epey sıkıntı çektiği ortada. Tabi annesi olarak içim parçalanıyor. İlk akşam yanında, odasında yattım ve neyse ki geceyi çok rahat geçirdi. Sanırım bu gece de yanında yatacağım. Çok huzursuz uyuyor..


Bugün 11 Şubat'ımın 4. yılı.. Tam 4 yıl önce bu saatlerde Academic Hospital'de kollarımda trombositlerle yatıyordum. Tam 4 yıl önce bugün hayatımda ilk defa acilden bir hastaneye bilinçsizce giriş yaptım. Çok hastaydım ve bir türlü iyileşemiyordum ve aksi gibi yeni sevgilim (şimdiki eşim) sevgililer günü hediyesi olarak Mısır seyahati ayarlamıştı. Herşey tamamdı sağlığım dışında. Kullandığım penisilinli ilaçlar fayda etmediği gibi her geçen gün kötüleşiyordum. Ve 11 Şubat sabahı uyandığımda kollarımda, ellerimde kırmızı lekeler oluştuğunu farkettim. Hemen Kızılay'a gittim ve doktora vardiği ilaçların bende işe yaramadığını bir de üstüne alerji olduğumu söyledim.. Doktor kollarıımı görüncee hemen hemogram istedi.. Gittim kan verdim.Sonucu beklemeden eve geri döndüm. Tam kahvaltı yapıyordum ki Kızılay'dan telefon geldi. Acil olarak oraya gelmemi ancak mümkün olduğunca az hareket etmemi ve hatta mümkün ise birileriyle beraber gelmemi söylediler. Anlayamamıştım, neden diye sorduğumda trombositlerimin çok düşük olduğunu ve hayati riskimin yüksek olduğunu söylediler. Tamam dedim ve telefonu kapattım ama hiçbirşey anlamamıştım. Trombositde neyşn nesiydi, düşük olunca ne olmuş oluyordu.. Hemen internetten düşük trombosit diye arama yaptım ve karşıma lösemi çıktı. Dünyam durmuştu. Yvaşça hazırlandım. Kombiyi kapattım. Kedilerim Cımbız, Şeker ve Kopça'yı sarıp öptüm ve eve veda edip kapıyı çektim...
Kızılay'daki doktor hanım bunun araştırılması gerektiğini, kötü birşey olabileceği gibi hiçbirşey olmayabileceğini söylüyordu ama nafile. Ben kilitlenmiştim. Hemen Marmara Üni. Hastanesi aciline gitmemi söyledi ve bir kağıtla beni gönderdi. Sonucu mutlaka haber vermemi de istedi (hiçbir zaman arayıp haber vermedim). Erkek arkadaşımı aradım. Kendisi o sırada annesinin doğum günü için hediye bakıyordu.. Beni hastaneye götürüp götüremeyeceğini sordum. 5-10 dakika içinde yanımdaydı. Diğer taraftan annem deliler gibi internette ne olmuş olabileceğini araştırıyor, bir yandan da beni sürekli arayıp telkin etmeye çalışıyordu. Oysa ki ben gayet sakindim... Nasılsa bir anda kaderime razı olmuştum..
Hastaneye gittik. Acildeki doktorlar ve öğrenciler defalarca benden kan almaya çalıştılar. Her seferinde kollarımdaki kırmızılıklar arttığı gibi hiçbiri doğru düzgün kan almayı başaramadı.
Aradan saatler geçti. Bir şekilde aldıkları kanın tahlil sonucu gelmişti. Sadece 1.000 trombositim kalmıştı. Normal bir insanda minimum 150.000 olması gerekirken bende sadece 1.000 trombosit vardı. Hiçbirşey yapmama izin verilmiyordu. Ne tuvalete gitmeme ne yemek yememe.. Tüm ailem gelmişti. Hepimiz şaşkındık. En ufak bir kanamada hayati riskim vardı ancak servislerdeki tüm yataklar dolu olduğu için hala beni acildeki kan lekeli sedyede bekletiyorlardı. En sonunda dayım olaya el koydu ve hemen Academic Hospitale sevk edildim. Annem deliler gibi kan bankalarından trombosit arıyordu. Bulduklarını hemen takıyorlardı.. Ertesi gün tekrar Marmaraya gönderildim. KİT bölümüne yatırıldım. KİT (kemik iliği transferi) özel bir bölümdü ve sadece hastanın kendisi alınıyordu. Özel eşyaların hepsi steril edilip içeri sokuluyordu. Tabiki ziyaretçi yasaktı.. 5 gün orada yattım. Ben hariç tüm hastalar ilik nakli olmuşlardı ve iyileşmeyi bekliyorlardı... O 5 gün nasıl geçti bir ben bir de Allah bilir. Hele ilik örneği alındığı gün çektiğim acıları tarif bile edemem.
Sonuç olarak onlarca torba trombositten ve alınan ilik üzerinde yapılan ön incelemeler sonucunda lösemi olmadığıma karar verildi ve taburcu edildim. Hastaneden çıktığımda sanırım 16.000 trombositim vardı. Hastanede 64 mg kortizon tedavisine başlandı. Kortizonun sadece adını biliyordum ancak bana yapacakları hakkında en ufak fikrim bile yoktu..
Eve çıktım. Yaklaşık 1 ay evde dinlendim. 1 ay sonunda yapılan tetkiklerin hepsi sonuçlanmıştı ve teşhisim konmuştu. LUPUS..
İşte hayatımı altını üstüne getiren hastalık bu, LUPUS. Bir bağışıklık sistemi rahatsızlığı olan bu meretin tıpkı diğer bağışıklık sistemi hastalıkları gibi herhangi bir tedavisi yok. Yani sistem bir kere bozuldumu asla eskisi gibi olamıyor. Her lupuslunun yaşadıkları farklı. Hepimizin kullandığı ilaçlar belli. Kimi korkunç ağrılar çekiyor, kimi cildinde çıkan iltihaplarla uğraşıyor kimi de benim gibi kan değerleriyle. Kimi lupusçuk kimi LUPUS!!!! Benimkisi LuPUs olabilir. Çeştli ataklar geçirdim yüksek dozda kortizon almama rağmen. Heran tetikteydim atak geçirebilir diye. Yüzüm gözüm heryerim şişmişti. Ay surat sendromu yaşıyordum. Tanınmayacak hale gelmiştim. En son erkek arkadaşımla yaz tatilinde zehirlendim. Hemde Datça'da. Tek hastane kilometrelerce uzaktaki Datça devlet hastanesiydi. Doktoruma defalarca ulaşmaya çalıştık. Sonuç alamadık. Ertesi gün yüzümde omuzlarımda lekeler belirdi. Evet bir başka atak geçiriyordum ve o çok iyi sandığım doktoruma bir türlü ulaşamıyordum. En sonunda bir akrabamızdan şimdiki doktorum Prof Dr Murat İnanç'ın telefonunu aldım. Hemen oradayken randevu aldım. O tarihten 3 hafta sonrasına ancak randevu alabilmiştim ama önemli değildi.. Sayesinde hayatım değişti. En azından olaylara, hayata pozitif bakabilmeyi öğrendim. Eski, yoğun tempolu iş hayatıma tekrar geri döndüm. Herşey yolunda gibi görünüyordu.. Taki hamile olduğumu öğrenene dek...
Hepimiz iiçin şok oldu. Evet evlenmeyi planlıyorduk ama daha erkendi. Ne yapacağım ortadaydı. Tanrı sesimi duymuştu ve bana bir bebeği bahşetmişti.. Hastanedeyken herkes neden bu kadar çabuk teslim oldun diye soruyordu. Hepsine "beni hayata bağlayan hiçbirşey yok, yaşamam için nedenim yok"diyordum ki gerçekten bu şeklide hissediyordum. O kadar hırs, para, kariyer.. O hastanede odasında hiçbir işinize yaramıyor. Şu anda çok ama çok zengin olsamda tüm dünya beni tanıyor olsa bile hastalıımın çaresi yok. Thats all!! Dolayısıyla hiçbirşey umurumda değildi. Tek söyleyebildiğim bir bebeğim olsaydı belki herşey bambaşka olabilirdi... Ve o bebek gelmişti işte. O bana Allahımın bir lütfuydu...
Doktorum gerekli tüm tahlilleri yaptırdı ve hepsi düzgün çıktı. Ve biz bu yola girdik. En kısa sürede hemen evlendik. Ama herşey o kadar rayından çıkmışcasına gelişiyordu ki yakalayamıyordum. Hamilelik, evlilik, yeni bir hayat, çok yoğun bir iş hayatı, sıcak havalar, hiç birşeye alışamama ve depresyon, yalnızlık, yüksek tansiyon, endişe.... derken 7. ay kontrolünde kalbinin atmadığını gördüğümde dünya bir kez daha başıma yıkıldı... Evet DERİN'imi kaybetmiştim. 1 Eylül 2010 da normal doğumla ayrıldık birbirimizden..
Sebep olarak lupus gösterilmedi ama hepimiz bundan dolayı olduğunu biliyorduk. Hamileliğimin sonlarına doğru Murat Hocam aşırı düşük trombositlerimden dolayı endişelenmeye başlamıştı ve beni Prof Dr Reyhan Küçükkaya'ya yönlendirdi. Ben kendisine Melek diyorum. İlk tanışmamızda tansiyonumdan çok tedirgin olmuş hemen kadın doğumcumu aramıştı ve kendisine " heyecanlandığında tansiyonu çıkıyor, biraz dinlenince düşüyor" cevabı verilmişt. Oysaki hamileliğim yaz aylarındaydı ve işimin en yoğun olduğu, benim sokaklarda koşturduğum bir dönemdi. Tüm bunları yapmak yerine evimde oturmam gerektiği, aksi halde işin kötü sonuçlanacağı bana söylenmemişti...Reyhan Hanım çok endişelenmişti ve benimle 2 saate yakın konuştu. Ona en erken 3 hafta içinde işten ayrılabileceğimi söylemiştim ve dediğimi yapmıştım. Ancak herşey için çok geç kalmıştım.
Çok zor zamanlardı. Eşim saolsun hep yanımdaydı ve her zorluğu beraber bir şekilde atlattık.
Sonrasında fiziksel ve psikolojik olarak yeni bir bebek için artık hazırdık. Murat Bey ve Reyhan Hanım tüm tetkikleri en titiz şekilde yaptılar. Ve hatta Reyhan Hanım kayıp olayından sonraki görüşmemizde bir sonraki denememiz için 2 isim önerdi. Riskli gebelik doktorlarıydı bunlar. Ne acıdır ki ben ilk hamileliğimde riskli bir gebe olduğumun bilincinde bile değildim..
Ben Prof Dr Rıza Madazlı'yı tercih ettim. 
Hamileliğim boyunca her hafta Rıza Bey'e ve Reyhan Hanım'a gidiyordum. Evimiz Anadolu yakasında ama hiç üşenmiyordum, alıyordum yanıma annemi yada kuzenim Ayşe'yi, her hafta kan vermeye gidiyordum Şişhane Florance Nightingale Bilim Üniversitesine.. Ve Reyhan Hanım istisnasız her hafta benimle ayrıca ilgilendi.  Hamileliğim çok yorucu ve sağlık açısından hep sınırlarda gezinerek seyretti. Hep ince bir ip üzerinde yürüdüm. Hergün önceleri 1, sonraları 2 defa kendşme iğne yapıyordum. Avuç dolusu ilaç alıyordum ve 2012 nin cehennem sıcaklarıyla boğuşuyordum...
Doğum öncesi son kontrollerim sırasında tüm doktorlarımın kalplerinin benimle olduğunu bilmek ve bunu hissetmek bana inanılmaz bir güç vermişti ve doğuma girdim. Doğumum da tabiki öyle sanıldığı gibi kolay geçmedi. Ama sonunda bu 3 mükemmel insanın mükemmel uyumu ve sıkı hem de sımsıkı takipleriyle işte bizim çoooook kıymetli bebeğimiz Can dünyaya geldi.
Reyhan Hanım, doğum yaptığım gün kendi hastanesine gitmeden önce sabah erkenden Can'ı görmeye gelmiş ve "Oh çok şükür" demiş gözleri dolu dolu.. Boşuna Melek demiyorum ona :)
Murat Hocam, hastanede kaldığım sürece oradaki doktorlarla bizzat görüşüp sürekli durum bilgisi alıp, tedavime katkıda bulundu..

Lupus benden hala birşeyler almaya devam ediyor. Yeni yeni yol arkadaşları buluyor, yaratıyor kendine, Miyasteni gravis gibi.. Etkisi çok eski ama adı çok yeni olan bu hastalığım tabiki yine bir bağışıklık sistemi hastalığı ama kimin umurunda. Benim beni çok seven bir ailem, kocam, arkadaşlarım ve doktorlarım var :) Ama en kıymetlisi Can'ım var.
Hayat şimdilerde daha yaşanılası, daha kıymetli.













.. 

9 Şubat 2013 Cumartesi

İlk hastalığımız :(

Bugün sabahtan beri Can ile uğraiıyoruz. İnanılmaz huzursuz, mutsuz. mızmız.. Önce diş çıkarıyor bundan dolayı böyle huzursuz dedim ama ilerleyen saatlerde hapşırık ve öksürük başladı. Doktorumuz Zermine Hanım ile görüştüm. Ateş olmadığı sürece sorun yok dedi evdeki ilaçları gerekirse kullanırsın dedi ama aeşi çıkarsa habreim olsun grip salgını var dedi.. Şimdilik ateşi yok ve umarımda çıkmaz

8 Şubat 2013 Cuma

Kereviz :(

Evet tam da tahmin edildiği gibi Can Efendi bu çorbayı gerçekten HİÇ sevmedi. Şansımı sonuna kadar zorladım ancak sonucu değiştiremedim. Hergün yediği cam kasesinin beşte birini zar zor yedi ki bunun bir kısmıda üstümüze başımıza yapıştı kaldı :( Çok üzgünüm ki Can efendi, yarında aynı çorba var. Bakalım bir değişiklik olacak mı.. 

8 Şubat çorbamız

Dünde bahsettigim gibi bugünkü çorbamız kerevizli :) Büyüklerin bile yemekte zorlandığı bu sebzeyi ben cok severim. Hele portakallı zeytinyağlı kerevize bayılırım. Umuyorum Can Efendi de kerevizli sever ve hatta sevse cok da iyi eder :)

2 Su bardağı su
1 ufak boy kereviz
1 orta boy patates
6-8 küp balkabağı
2 adet kereviz sapı (körpe olanlardan)
1 çorba kaşığı sarı mercimek
Zeytinyağı ( piştikten sonra)

Her zamanki gibi patatesi ve kerevizi 4 e bölüyoruz. Kereviz saplarını da ince ince kıyıyoruz. Hepsini püre oluncaya kadar kaynatıyoruz. Piştikten sonra yarısını ayırıp buzdolabına kaldırıyoruz. Diğer yarısını da çatalla ezip üzerine zeytinyağını ekliyoruz. Bu bence gerçekten iddialı bir çorba. Pek cok yetişkin bile bunu yemez. Sanırım kereviz, bamya, pırasa hatta belki bezelye. Bunlar pek çok evde hic pişmezler, kendi ailemden biliyorum :)
Anne tarafım İzmirli benim. Bundan sebeple Ege otlarına, domatesli kuzu etli bamya yemeğine, zeytinyağlı portakallı pırasaya bayılırım. Ve hatta yazın etli bamya ve domatesli pilav yanına da çoban salata olmaza olmazimdir. Ağız tadı iste, herkeste bambaşka. Eşim ise yemek ayırmaz, herseyi yer ama cocuk gibi illa ikna edilmesi gerekir sevmediği seyleri yerken. Mesela bamya icin, " bak bağırsaklara birebir müsil etkisi yapıyor, temizliyor" diyerek yediriyorum :) Bakalım Can bebeğimiz bu çorba hakkında ne düşünecek? Onu ikna edemeyeceğimi de hesaba katarsak pek umutlu değilim açıkcası :)

7 Şubat çorbamız

Dün alışverişe gidemediğim icin evde ne varsa çorbası :
1 su bardağı su
Yarım kabak ( çekirdekleri çıkarılmış)
3-4 küp balkabaği
Orta boy patatesin yarısı
1/2 çorba kasığı bulgur
Dereotu
Zeytinyağı

Ben tuz yiyemedigim icin bu tip çorba ve yemeklere cok alıştığım. Hatta tuzun tadını bozduğunu bile söyleyebilirim. Her yiyeceğin doğal halinde tadı tuzu yerindedir. Salatalığa veya domatese veya yumurtaya tuz koymam. Cok anlamsız. Ama Can benim gibi mi değil mi bilmiyordum elbet. Ama emin oldugum tek şey ağaç yaşken eğilirmiş, nasıl başlarsan öyle devam edermiş. Buna güvenerek kaynattığım sebzeleri yine catal yardımıyla ezdim. Küçük cam kâsemiz ağzına kadar doldu. Biraz da zeytinyağını ekleyip yemeğe hazır hale getirdim. Endiseliydim dereotlarindan ötürü. Ancak yemeğe başladıktan 15 dakika sonra çorbamız bitmişti. Hem de hiçbir aksiyon yasamadan. Ne ortalık battı ne de üstüm basım. Çorbamız hala ılıkken bitmişti.
Anne yine burada ağlamaya baslar "kabağında severmiş benim oğlum" diyerek.
Yarinki menümüz keremiz, balkabaği, patates, pirinç ve keremiz sapı. Umarım cok gaz yapmaz.

7 Şubat 2013 Perşembe

İlk sebze çorbamız

Can'ım 5 ayını bitirdi, 6.aydan gün almakla meşgul ve 3 gündür sebze çorbası yiyor bir öğününde.
5 & 6 Şubat Çorbamız
2 su bardağı suya
1 orta boy patates
1 orta boy havuç
2 dal maydanoz
1 çorba kaşığı pirinç

Kaynatıldıktan sonra yarısı ayrılır. Kalanı dolaba konulabilir. Ayırdımız çorbayı bir güzel çatalla ezeriz ve 1 çorba kaşığı zeytinyağını da ekleyerek bebeğimize servis ederiz.
Can ilk gün tam yemek saatinde, 11 de meme yada mama beklerken bir anda ortamın değiştiğini, kucak pozisyonundansa yastığa dayanmış hafif yatar-oturur pozisyonda, boynunda önlükle buluverdi kendini. Suratında şaşkınlık, merak ifadesi vardı. İlk kaşığı aldıktan sonra direk yuttu. Suratının ifadesi her saniye güncelleniyordu. Anlamlı, anlamsız bir çok mimik eşliğinde ilk 5 dakika ne olduğunu, bunun ne anlama geldiğini anlamaya çalıştı. 5 dakikadan sonra baktı ki karnı ufak ufak doyuyor bu sefer isteyerek ağzını açmayı başladı.
İlk gün hersey kontrolum altındaydı. Önlüğünü taktım, çorbasının ısısını kontrol ettm, tadına baktım.. Gayet sakın bir sekilde yemeğini yedirdim.
Tüm bunlar olurken anne yani ben göz yaşları içerisnde hem ağlayıp hem gülüyordum. Can'ın doğumuyla birlikte iyice sulu göz oldum ne yalan söyleyeyim. Ama artık her damla göz yaşım mutluluktan. ilk doğduğunda anneme hep neyi ne zaman yapacagını sorardım. Ne zaman gülecek, ne zaman beni tanıyacak, ne zaman ayaklarını ağzına götürecek gibi sorular. Ama ne zaman bebeğime alıştım, sorularım kesildi. Her günün ayrı bir kıymeti var artık. Hiç birşeyini kaçırmak istemiyorum. Öyle hızlı büyüyorlar ki hızına yetişemiyorum. Her yeni bir gün kendine ve düzenine yeni birşeyler ekliyor. Yeni bir gülücük, yeni uyku düzeni... E hal böyleyken çorbaya geçme kısmı beni cok etkiledi. Minnoş bebeğim büyümüşte çorba icmeye başlamış!
Ancak ikinci gün isler kontrolden çıktı. Yine önlük takıldı, çorbası hazırlandı, yemek pozisyonu alındı ve corbamiza başlandı. Yine ilk dakikalar gayet iyiydi ancak sonrasında gülücük atmalar, gulerken agzindakileri fışkırtmalar, heyecanlanıp elime vurmalar ve kasığı fırlatmalar.. Etraf ve üstem basım bir anda patates ve havuç parçalarına bulandı. Ve anne bu noktada tekrar mutluluk gözyaşlarına boğuldu. Dışarıdan kendime söyle bir baktım: yaklaşık 1 sene evvel işinde gücünde çalışan, kendi çapında kariyeri olan vs bir kadınken, son 5 aydır mutasyon geçirmiş, pijamaları forma edinmiş, hergüne yerine gün asırı banyo yapan ve son durum itibariyle 5 aylik bebeğin karşısında şebeke olmuşum.
Allahım bu ne keyifli bir olaydır. İyi ki Can hayatımıza girmiş ve ben iyi ki bu haldeyim. Şükürler olsun :)

Tanışalım..

Bizim Can Bebeğimiz kıymetlidir..
O kıymetli bir bebektir. Her bebek ebeveyni için kıymetlidir mutlaka ama Can Bebek çok zorlu yollardan gelmiş, tıpta da adı kıymetli bebektir :)
28 Ağustos 2012 de binbir zorluklarla doğdu. Biraz da erken doğdu. Ufak tefek minnoş bir bebekti. 1 Hafta küvezde kontrol amaçlı kaldı. 3 Eylül 2012 de evimize gelebildik. O bir hafta çok zorluydu. Hem fiziksel hem de psikolojik açıdan. Evimiz Anadolu yakasında ama hastane Avrupa yakasındaydı ve gidip gelmemiz çok zordu. Sabah erkenden gidiyordum annemle, akşama kadar orada kalıp süt çekiyordum Can'ıma verebilsinler diye. Hastanenin etrafında doğru düzgün yemek yiyecek yer bile yoktu. Tam bir sefillikti. Neyse ki çok kısa sürdü. Küvez annesi olmak oldukça zor. Bebeğinizi bırakıp eve gitmek.. Emin olun hayallerinizden çok uzakta bir durum..
Hastane ev arasında geçirilen o geçmek bilmeyen zaman eve geldikten sonra su gibi akmaya başladı. Bebeğime, anneliğe, akraba trafiğine alışmam epey zaman aldı, 2 ay gibi... Annem sağolsun 2 aydan fazla benimle kaldı ve elim ayağım herşeyim oldu.. Öyle bir şeydi ki bu süreç, sanki annemle ikimiz bir bebek edinmişiz, bir süreliğine bizimle, sonra sahipleri gelip alacaklarımış gibi hissediyordum..
Zamanla hormonlar dengem yerine geldi. Can ise sabırla beni bekledi. Can'ın benden bir parça olduğunu, hayatımın en anlamlı dönemine başladığımı anladım.
Bir gece uykusundan uyandırdım ve ona sarılıp "Hayatıma Hoşgeldin Can'ım" dedim ağlayarak..